görevlerini yüklenen denetim kuruluşları kontrol hizmetini verdiği yapının kat adedi, inşaat alanı, cinsi, kullanım özelliği kadrosu ve ekipman ile sınıflara ayrılmakta, sicilleri meslek odaları ve Bayındırlık Bakanlığı tarafından tutulmakta, yapı denetim idari komisyonlar tarafından denetlenmektedir. A, B, C sınıfı olmak üzere teknik personel adedine göre sınırlanan yaklaşık 70 uzman teknik adamı barındıran kuruluşların proje uygulama kalite kontrol denetimlerini nasıl ve hangi uzmanlıkla yapabilecekleri merak konusudur? Ayrıca bu tür hizmetlerin nasıl bir iş akışı ile sürekli daimi kadro ile yapılabileceği de düşündürücü olmaktadır. Dolayısıyla 10 Nisan 2000 gün KHK 595 sayılı kanun hükmündeki kararname kendi içinde o kadar çok eksik ve hatalarla doludur ki, ilgililer tarafından uygulanabilme olanağının olmadığı hemen görülmektedir. Yönetim ve Bürokrasi Sık sık duyarız; bazıları "Bu ülkenin bütün sorunlarınının okumuş aydınlardan kaynaklandığını" savunur-lar. İçlerinde çoğunun okumuş, hatta yüksek tahsilli olduğu dikkate alındığında amacın; yönetimde bilgi, deneyim ve uzmanlık yetersizliği göstermek olduğu anlaşılır. Geçenlerde bir nedenle karşılaştığım tanınmış bir hukukçu gözümün içine baka baka, son 50 yıl içinde bu ülkenin teknik adamların öne çıkmasıyla, hukuk devletinden demokratik ilkelerden uzaklaştığını sosyal bilgilerinin noksanlığı, ekonomiden uzaklıkları, siyasetteki bilgisizlikleri nedeniyle ülkenin bu duruma düştüğünü, özellikle İ.T.Ü.'lü mühendislerin bu tür yaptırımlarda öncü olduğunu vurguladı. Hemen ilave ederek teknik elemanların ülkenin çalışkan, zeki çocuklarından oluştuğu müsbet ilimlerdeki başarılarının bu olanaklara yol açtığını söyledi, XX. Asrın ikinci yarısından bu yana geçirdiğimiz evreler ve bugün dünyada erişilen uygarlık koşullarında bir hukukçunun bu savına, çok şaşırarak "Demek ki, sizler, tembellikleriniz nedeniyle devlet yönetimini bizler gibi mühendislere bıraktınız. Bu nedenle kusur başta sizlerin olmak üzere toplumu olmamamızdan kaynaklanıyor" diyebildim. Gerçekte, ülke sorunlarından şikayet edenlerin çoğu nedenleri, öncelikle Turgut Özal, Süleyman Demirel gibi liderlerle başlayarak devletin üst yönetimindeki mühendislere suçlamaktadır. Sosyal bilimler okumuş, ekonomi tahsil etmiş, hukuk, iktisat, işletme, idari ilimler ve benzeri yüksek tahsilli, siyasetle ilişkili kişiler günah çıkarırcasına bu tür suçlamalarla kendilerini sıyırmakta, kolayca ulusal muhalefet cephesinde yer almaktadırlar. Halbuki istatistiklere baktığımızda devletin yasama, yürütme ve yargı organlarında %90 oranında teknik eleman dışında sosyal bilimlere dayalı kişilerin yer aldığı ve yönetim hatalarında büyük sorumlulukları olduğu görülür. Diğer taraftan bu tür değer yargılarının haklı yönlerinin olduğunu bir an için kabul etsek dahi, hizmet sektöründe, bütün mesleklerin iç içe girdiği, üretimin ekip ürününe dönüştüğü bir ortamda çağa ayak uydurmakta güçlük çeken toplumumuzun ana sorununun bilgi toplumu olmamamız olduğu görülür. Büyük Atatürk'ün "Türk milleti çalışkandır, zekidir." sözcüğünü, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" söylemi ile bağdaştırmadığımız sürece, zeka ve çalışkanlığımız kendine özgü kolay ve köşe dönüşlü hedeflere yönlenmektedir. Son yıllarda ülke ile ilgili herhangi bir sorun görüşüldüğünde yetkililerin ağzında sürekli orman-ağaç örneğini duymaktayız. Yasama, yürütme, yargı TESİSATDERGİSİ SAYI 54 ....., HAZİRAN 2000 23 � organları bütün eksik ve noksanları Anayasa'ya bağlayıp, ormanı tanımlarken; hiç biri ağaçla ilgili tanımlarda doğru, uygulanabilir yöntemlere önem vermemektedir. Bilgi toplumlarının temel öğesi olan, bireylerin nitelikleri arasında sayılan uzmanlık ve sorumluluk aranmadan yapılan üretimde; bilimsel ve teknik kurallara uymayan hizmetlerin kalitesinden bahsedilemez. Bu anlamda hizmet sektöründe esas alınması gereken kuralları belirleyen mevzuat, yasa, yönetmelik, şartnamelerimiz çok eski ve yetersiz olup, geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. Ülkemiz, Avrupa Birliği Roma Anlaşması'na uyumlu mevzuat değişikliklerinde başarılı olamamış, Kopenhang Kriterleri'ne uyum hazırlıklarına hala başlamamış durumdadır. Bu amaca dönük siyasi otoritenin çıkarmış olduğu kanun hükmündeki binlerce kararnamenin çoğu Meclis'ten geçmemiş, eksik ve noksanlar ile yürürlükte kalmıştır. İktidar partilerinin istek ve talimatları doğrultusunda alelacele hazırlanan hatalı kararnameler bürokrasinin uzmanlıktan uzak bağımlılığını sergilemektedir. Yeniden yapılaşma sloganı içinde 17 Ağustos Marmara Depremi sonrası "Devlet büyüktür" söylemleri ile başlayan kamu h1izmetlerindeki uyumsuzluk ve eksiklikler; kamu hizmetlerinde bürokrasinin yeniden yapılanma zorunluluğunu göstermektedir. Ulusal Deprem Konseyi 21 Mart 2000 tarihli Başbakanlık Genelgesi çerçevesinde oluşturulan "Ulusal Deprem Konseyi" ülkemiz için olumlu bir girişimdir. Konsey'in bir danışman kuruluş niteliği taşıması, deprem sorunları ile ilgili çeşitli konularda görüş ve öneriler oluşturmak suretiyle ulusal politika ve stratejileri belirlemesi gibi görev
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=