eden adamla çok fazla konuşmak istemediler. Herhalde onlar da aristokrat idiler. Aristokratlar nasıl çalışsınlar ki! • Düşünün: Kışlık saray Hermitage'da doğdunuz. Çocukluğunuzu geçelim, ya sonrası? Her salonu, her salondaki eserleri incelemeye, öğrenmeye çalışsanız ömrünüz yetmez, çalışmaya sıra gelmez. • Gelelim 1917 ihtilaline: Hermitage'da, daha güzellerini Kremlin'de de gördüğüm, bir tanesi de Osmanlı padişahlarının biri tarafından hediye edilmiş arabalardan birini anlatayım. Arabanın camları kesme kristal. Cam çerçeveleri, dingil göbekleri, altı üstü, arabanın heryeri yüzlerce elmas ve kıymetli taş ile süslenmiş. Bir taraftan - 40°C'ta soğuktan ve açlıktan sokaklarda kıvranan insanlar, diğer taraftan elmaslarla süslü arabasın ın kristal camları arkasından tebasına el sallayan çarlar. Siz olsanız ihtilal yapmaz mıydınız ? VADİM İLE SAŞA'YA Taksi şoföründen bizi sadece Rusların gittiği bir lokantaya veya bara götürmesini istiyoruz: St.Petersburg'da, Rusya'nın kırsal kesimini gözleme olan ağımız yok. Yok ama, hiç olmazsa biraz turistik yerlerden başka bir yeri deneyelim. Newsky Caddesi'nden ayrılıyor taksimiz. Yarı karanlık ıssız sokaklar beni ve Numan'ı endişelendiriyor. Arka koltukta, başımıza bir iş gelip gelmeyeceği üzerine konuşuyoruz. Risk alıyoruz: Celal Ağabey bunu, sonra söyled iğimde, seviyor. Taksinin durduğı yer La Cucaracha'nın önü. Ana kanalın yanında bir Meksika lokantası. Sonra bulamayız diye, taksi şöföründen bizi iki saat sonra kapının önünde bulması n ı istiyoruz. "Olur" diyor. Taksi dediğime bakmayın. Sıradan bir araba. Gelirine birkaç ruble eklemek isteyen bir insan. Giriş holünde bir uzun bar, kapının sağından girilen ikinci holde iç içe masalar. Alçak bir tavan, loş ışıklar. Girişi sevimli. Boş bir masaya oturuyoruz. Diğer masalarda gözümüze çarpan ithal markalar, ama biz yerlisini içmeye devam ediyoruz: Stalinchkaya, Made in Russian, Vodka. Bütün konuştuklarımızı hatırlamıyorum. Gördüğümüz onca şeyi paylaşıyor olmalıyız. Belki de sempozyumu konuşuyoruz. Hemen yan ı başım ızdaki, bizden sonra gelen üç erkek ve bir kadının neşeleri dikkatimizi çekiyor. Anladığımız, garsondan sadece su ve bardak istedikleri. Ya içki ? O, yanlarında getirdikleri kırmızı etiketli bir şişe Sm irnoff. İçlerinden biri daha önce içmiş olmalı, çok sarhoş. Köşede sessiz oturuyor. Diğerlerinin neşesi masadan taşıyor. Dillerini bilmesem de buna katılmamam imkansız. Gelin birlikte oturalım diyorum. İngilizcemi anlıyorlar. Hayır siz bize katılın d iyorlar. Masalarımızı köşeden birleştiriyoruz. Tanışıyoruz: Numan, Macit, Vadim, Saşha, Vadim'in heykeltraş eşi, birde sessiz olan. Kendimi Kuşadası 'ndaki barlarda oturan Alman'lar gibi buluyorum: Smirnoff şisesi yeni rakı gibi, beş dakikada bir yerinden kalkıp ikramda bulunuyor. Dost Vadim'in, öyle güzel bir "Macit, Macit" deyişi var ki, hiç unutmayacağım. Her seferinde, "bir dikişte, sonuna kadar" diyor. İçiyoruz, sohbet ediyoruz. Kırk yıllık dostlar gibi. Gecenin sonuna geldik. Gecenin sonuna değil, günün başlangıcına . Adresler, faxlar, telefonlar alınıp veriliyor. Belki de bir işbirliği doğacak. Ama sonrası hiç önemli değil. Bizden birileriydi Vadim, Saşha, Vadim'in eşi ve sarhoş olan. Onları çok sevdik. Gecenin karanlığı, şafak vaktinin aydınlığına dönüşmüş. Kapıda şöförümüz, bizi otelim_ize götürecek. Birkaç saat sonra Moskova'ya oradan lstanbul'a uçacağız . La Cucaracha ve onları biraz daha yakından tanımamıza olanak sağlayan uykusuz geçmiş bir gece. Vodkadan mı, yoksa, birbirimizi çok mu sevdik: Kapının önünde uzun konuşmalar ve zor ayrılış. Sevgili Vadim ve Saşha, Sizi ülkemize bekliyoruz. Bizim yaz gecelerimiz sizinki kadar kısa değil. Ama yeni rakımız, sizin vodkaların ız gibi, sabahı daha çabuk getirecek kadar güzel. St.Petersburg'da, o uzun isimli otelin lobisinde, dostlarımın aşağıya inmesini bekliyorum. Saat altı otuz. Kalabalı k bir Japon turist grubu otelden ayrılmaya hazırlanıyorlar. Rehberleri telaşla onları toplamaya çalışıyor. Lobiye açık üst kattaki salondan, bir Japon turistin çaldığı piyanodan otelin lobisine, oradan St.Petersburg'a notalar yayıl ıyor: Türk Marşı. Böylesine bir sabahı hiç yaşamamıştım ve Mozart'ı bu kadar hiç sevmemiştim. Sizlere biraz gördüklerimi, biraz okuduklarımı anlatmaya çalıştım. Yazımın sonunda da Moskova'da yayınlanan günlük İngi lizce gazetelerde yer alan bazı haberlere yer vermek istiyorum: The Moscow Tinıes'dan (25 Haziran 1996) Kımız (Kumys) akşamdan kalmalara ve tüberküloza iyi geliyormuş, hastalara hızla kilo aldırıyormuş. Bazı sabahlar için biraz kımız bulundurmakta yarar var. St.Petersburg'tan başlayıp bisikletle, Kiev üzerinden, 2300 km katederek Moskova'ya gelen 53 yaşındaki bir adamın hikayesi. Şikayeti yolda yiyecek hiç bir şey bulamaması, sosis, ekmek ve su ile yeti nmiş olması. Bulabildiği bir TESİSAT DERGİSİ SAYI2......_________________ ;;-ı TEMMUZ-AĞUSTOS'97
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=