Tesisat Dergisi 28. Sayı (Temmuz-Ağustos 1997)

Laleli'den alınmış konfeksiyoniar, üstü Türkçe yazılı karton kutularla Moskova pazarından Yunus Oteli'ne taşınırken, üzerlerine sinmiş İstanbul havasını O'nun mezarına taşıyorlar. Gönlüm onun memleketine gelmesini istiyor. Ama güller yalnız kalacaksa, bırakalım Puşkin'le sohbetine devam etsin. KAZIKAZAN Sovyet havayolları Aeroflot'un özelleştirilmiş bir kısmından oluşan bir havayollarına ait bir llyuşin ile Moskova'dan eski adı Leningrad yeni adıyla St.Petesburg'a (aslında bu adı daha eski) uçuyoruz. ALARKO'nun (umarım yanılmıyorum) yaptığı güzel terminalden uçağa bininceye kadar biletlerimiz ve pasaportlarımız birkaç kere kontrol edildi. Nihayet uçağa bindik. Uçak için söylenecek çok fazla bir şey yok: ışık düğmeleri, hava üfleçleri biraz bizim dolmuşlardakilere benziyor. Bir de koltuklar tamamen ön tarafa yatabiliyor. (Bu tasarım, bana doğru olan tasarım gibi geldi. Hatırlarsanız, tehlikeli bir iniş anında ayakkabılarınızı çıkarıp, kollarınızı dizlerinizin önünde kavuşturarak öne doğru eğilmeniz istenir. Herhangi bir çarpma anında bu vaziyette öndeki koltuk eğilmiyorsa sizin koltuğa çarpmanız veya başınızın koltuğa büyük bir kuvvetle bastırılması kaçınılmazdır. Ancak öndeki koltuk yatarsa bu sözkonusu olmaz). Dönerken uçak boştu, önümüzdeki koltukları yatırıp, bir bacağı bir sandalyede diğer bacağı başka sandalyede, koltuklarının altında başka sandalyeler olan futbolcular gibi (bu bir ağabeyin Manisa 'daki kahvelerde futbolcuların nasıl oturduğuna ait eski bir tanımlama) üzerlerine ayaklarımızı uzattık. Hostesler alışık olmalılar ki bize bişey söylemediler. Uçaklar için çok söylenecek şey yok ama, hostesler için var. Giderken değil de gelirken farkettim. Çay kahve servisinden sonra uçağın içinde bizdekine benzer kazı kazan satıyorlar. Sanırım şirket zor durumda! St. PETERSBURG Uçağımız akşamüstü St.Petersburg'a indi. Güzel bir havaalanı. Terminalin dışında kutuplardan gelmiş gibi, gizli bir parfüm kokuyormuş hissini veren tertemiz bir hava sizi karşıl ıyor. St.Petersburg çok güzel bir şehir. Çarlık Rusya'sının batıya açılan kapısı, Büyük Petro'nun bütün fantezilerini gerçekleştirdiği şehir. Kremlin müzesini gezerken bir rehberin "hani biraz uçuk" gibi tanımladığı Petro'nun bizdeki lakabı, bildiğiniz gibi "deli". Ancak St.Petersburg'u gördükten sonra ve çağdaşlarını da göz önüne alınca kimin deli kimin akıllı olduğunu söylemek zor. Şehrin her tarafında, Venedik'vari, Venedik'e özenti, kanallar açılmış ulaşım yapıl ıyor. HERMITAGE St. Petersburg'da, Neva nehrinin yanında, büyüklük ve önem açısından sadece British Museum ve Louvre Müzesi ile yan yana getirilebileceği söylenen, Versailles Sarayı kıskançl ığından hayat bulduğunu sandığım, çarların çariçelerin kışlık sarayı ve kurulduğu günden bu yana bir müze, Hermitage. Mimarı, Bartelommeo Franceska Rostrelli. 1764 de 225 resim, 10 yıl sonra 1774'te 2080 resim, bugün 2.790.000 den fazla eser. Ya binanın kendisi? Her salonu ünlü mimarlar tarafından düzenlenmiş, duvarlarında asılı şaheserler kadar güzel. Hermitage İngilizce- "münzevi adamın hücresi" anlamını taşıyor. Bu harikalar dünyasına Hermitage denilmesi, Büyük Katarina'nın sarayda seçkin sanat eserlerinden oluşan hazinesini saklad ığı yerin adından geliyor. Doğrusu böylesine inzivaya ben, eşim, çocuklarım ve bütün sülalem razıyız. Böyle yapıları gezince neden haçlı seferlerinin olduğunu, neden aristokratların hiç çalışmadıklarını (Thomas Moore burayı gezseydi onları affederdi), neden 1917'de komünist ihtilalin olduğunu anlıyorum. Nasıl mı? Anlatayım: TESİSAT DERGİSİ SAYI 2,,..______________ ___ ;;-ı TEMMUZ-AĞUSTOS'97

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=